7 Kasım 2023 Salı

ATMOSFERİMİZ

ATMOSFER NEDİR


Yer yüzünü çepeçevre saran gaz tabakasına atmosfer denilir. Gezegenimizin atmosferi

% 78 Azot (N2) - %21 Oksijen (O2) - %0.93 Argon (Ar) - %0.04 Karbondioksit (CO2)
ve az miktarda subuharı (H2O), neon (Ne), metan (CH4), hidrojen (H2) ve ozon (O3) içerir.

Başka gezegenlerin de atmosferi vardır fakat atmosferi oluşturan farklı gazlardır. Örneğin Mars atmosferi %95 oranında karbondioksit, %2.6 Azot, %1.9 Argondan oluşmaktadır. Çok az miktarda Oksijen, Metan gibi gazlar da bulunur.

Bu bakımdan bizim için uygun yaşam alanı değildir. 

Peki atmosferimiz nasıl oluşmuş ve bu günkü halini almıştır?

Dünyamız güneş etrafında dolanan, toz ve gaz bulutundan oluşan bir protoplanet diskinden meydana gelmiştir. Zamanla bu toz ve gaz bulutu bir araya gelerek gezegenimizin ilk yapısını oluşturmuştur. Daha sonra atmosferimizi oluşturacak olan ilk gaz karışımının buradan geldiği tahmin edilmektedir. 

Dünyamızın oluşumunda volkanik faaliyetler önemli rol oynarlar. Volkanik faaliyetler gezegenimizin merkezinden yüzeye çok miktarda gaz ve toz yayılmasına neden olmuştur. 
Gezegenimizin erken döneminde dünyaya çarpan kuyruklu yıldız ve asteroitler su buharı, azot, karbondioksit gibi gazların atmosferimize dahil olmasını sağlamışlardır. 
Günümüzden 2,7 milyar yıl önce gezegenimizde büyük bir değişiklik meydana gelir ve ortaya fotosentez yapabilen tek hücreli canlılar çıkar. Bu önemli bir başlangıçtır ve bu gün içerisinde yaşadığımız atmosfer koşulları yavaşca ortaya çıkmaya başlar ve atmosferimiz bu günkü halini alır.


Atmosferimizde yer alan gazlara ve bu gazların önemi ve özelliklerine değinelim.

Azot (Nitrojen) N2 : 

Daha öncede değindiğim gibi bu gazın atmosferimizdeki oranı yaklaşık %78 dir.  Simgesi N olan elementin atom numarası 7 dir. Molekül yapısı N2 dir yani atmosferimizde azot gazı iki azot atomundan oluşmaktadır. 

Bu gaz renksiz, kokusuz ve tatsızdır yani doğrudan algılanamayan bir gazdır. Bu gaz diğer gazlarla doğrudan tepkimeye girmez bu nedenle atmosferimizde kararlı bir  şekilde bulunur. Bu nedenle atmosferimizde azot yoğunluğu ve konsantrasyonu zamanla değişmez. 

Kararlı gazların atmosferdeki oranları iklim ve ekolojik süreçler açısından önemlidir. İklim modellemeleri bu kararlı gazların varlığı ve oranlarına göre yapılabilmektedir.

Azot bitkiler ve mikro organizmalar tarafından alınıp, organik bileşiklere çevrilir.  
Azot, proteinlerin yapı taşlarından biridir. Bitkiler ve diğer organizmalar tarafından kullanılarak; büyüme, gelişme, metobolik süreçlerin gerçekleşmesini sağlar. 

Azot, azot döngüsü dediğimizi bir süreçle, atmosfer ve yeryüzü arasında yer değiştirir. 

AZOT DÖNGÜSÜ



OKSİJEN O2:

    Sembolü "O" olan; atam numarası 8 olan oksijen atomu atmosferimizde "O2", yani iki oksijen atomu şeklinde bulunur.

Yaklaşık 2,7 milyar yıl önce gezegenimizde fotosentezin başlamasıyla atmosferimize yayılmaya başlamıştır. Bu süreci gerçekleştirenler daha çok mavi ve yeşil algler ; fotosentez yaparak oksijenin serbest bırakıldığı bir ortamın oluşmasını sağlamışlardır.
Oksijen reaktif bir moleküldür. Diğer moleküllerle çabuk etkileşir.  Örneğin yanma reaksiyonu oksijenin varlığıyla mümkündür. Diğer gazlarla tepkimeye girmesi Ozon (O3) gibi gazların oluşumunu da sağlar.

Küresel iklim koşullarını etkileyen bu gaz oranının yükselmesi hava sıcaklılklarının düşmesine neden olmaktadır. 
Örneğin bazı buzul (glasiyal) dönemlerinin yaşanması, bazı klimatologlarca atmosferdeki oksijen miktarının yükselmesine ve karbondioksit oranının düşmesine bağlanmaktadır. Farklı görüşler olsada bu gaz, yeryüzü ve uzay arasındaki  ısı transferini kolaylaştırmaktadır. Yani oksijen güneşten gelen ışığı geçirirken, ışımayla ortaya çıkan ısı ışını üzerinde neredeyse hiç etkisi yoktur. Bu sera etkisinin olmadığı anlamına gelir.

Atmosferimizde oksijen yeryüzünden yukarı çıktıkça azalmaktadır. Bu nedenle dağcılık vb irtifa sporları yapan ya da bu işlerle uğraşan insanlar belirli bir yükseklikten sonra oksijen tüpleri kullanmak zorunda kalır.

Oksijen oranının yerden yukarı çıkıldıkça azalması, yüksek dağlık alanlarda yaşayan insanların daha fazla kırmızı kan hücresine sahip olmalarına neden olur. 

Bitki örtüsünün gür olduğu alanlarda, diğer yerlere göre atmosferdeki oksijen miktarı artmaktadır. Ormanlık alanlarda oksijen oranının yüksek olması vücudun ATP (adenozin trifosfat) enerjisinin daha kolay sentezlenmesini sağlar. Enerji ihtiyacı karşılana hücreler, daha sağlıklı bir sinir sistemi ve bağışıklık sistemini destekler. 

Akarsu, göl, deniz kenarlarında oksijen oranı artmaktadır. Buna neden olan bu su ortamlarında yaşayan alglerdir. 

ARGON Ar:

Yerkabuğundaki potasyum minerallerinin radyoaktif bozunuma uğraması sonucu atmosferimizdeki oranı en yüksek olan argon gazı açığa çıkar. Tatsız, kokusuz, renksiz olan bu gaz ağır olduğu için atmosferimizde deniz seviyesine yakın alanlarda daha fazla bulunur.

Sanayide önemli olan bu gaz atmosferden fraksiyonel distilasyon yöntemiyle elde edilir.

KARBONDİOKSİT CO2:

Karbondioksit renksiz ve kokusuz bir gazdır. Bu nedenle göremez ve koklayamazsınız. Bu gaz fotosentez süreci için çok önemlidir. Bitkiler solunum yoluyla bu gazı alır, içerisindeki karbonu besin üretiminde kullanırlarken oksijeni atmosfere geri verir. Bu durum atmosferimizde karbon döngüsü dediğimiz süreci başlatır. 

Ağır bir gaz olduğu için daha çok atmosferimizin alt katmanlarında bulunur. 

Bu gaz güneş ışınlarını geçirirken ışıma nedeniyle açığa çıkan ısı ışınlarının tutulmasını sağlayarak sera etkisi sağlar. Her ne kadar oranı (%0,04) azmış gibi gözükse de küresel ısı dengesi açısından oldukça önemlidir. 
Bu gün yaşadığımız küresel ısı artışının en önemli nedenlerinden biri olarak gösterilen karbondioksit oranı, fosil yakıtların yaygın olarak kullanılmaya başlandığı sanayi devrimi sonrası kritik seviyelere ulaşmıştır. 
Normal koşullarda küresel sıcaklıklarda yaklaşık 1 derecelik artış için 10.000 yıl gerekmektedir. Bu gün gelinen noktada yaklaşık olarak sanayi devrimi sonrası sıcaklık ortalamaları 1,5 derece artmıştır. Sanayinin ve dolayısıyla insan yaşamının sürdürülebilir olması açısından  karbon ayak izimizin azaltılması gerekmektedir. Aksi durumda bu gün bildiğimiz bir çok bitki ve hayvan türleri yok olacak, buzullardaki eriyecek, dünya nüfusunun yarısından fazlasını besleyen kıyı ovaları deniz suları altında kalacak, yine buzulların erimesi ile bozulan izostatik denge, deprem ve volkanik faaliyeler gibi tektonik harekatlerin artmasına yol açacaktır.



ATMOSFERİN KATMANLARI


Atmosfer katmanlarının farklı isimlerle anılmasının nedeni katman sınıflandırmasının bazı kaynaklarda sıcaklık bazı kaynaklarda ise yoğunluklarına göre yapılmış olmasıdır. 

TROPOSFER


Dünya atmosferinin en alt katmanı olan troposfer birkaç önemli özelliğe sahiptir:

1. Hava ve Atmosfer Dinamikleri: Troposfer, hava olaylarının meydana geldiği yerdir. Rüzgar modelleri, bulut oluşumu, yağış (yağmur, kar, vb.) ve fırtınalar gibi atmosferik dinamiklerle sonuçlanan hava kütlelerinin karışması ve sirkülasyonu ile karakterize edilir. Dünyadaki hava olaylarının çoğu bu katmanda gerçekleşir.

2. Sıcaklık Profili: Troposferde yükseldikçe sıcaklık genellikle rakım arttıkça düşer. Ortalama olarak, sıcaklık kilometre başına yaklaşık 6,5 santigrat derece (veya 1.000 fit başına 3,6 Fahrenheit derece) düşer. Bu sıcaklık düşüşü, atlama oranı olarak bilinir ve daha yüksek rakımlarda daha düşük sıcaklıklardan sorumludur.

3. Hava Bileşimi: Troposfer, birlikte Dünya atmosferinin çoğunluğunu oluşturan nitrojen (yaklaşık %78) ve oksijenden (yaklaşık %21) oluşur. Ayrıca eser miktarda karbondioksit, su buharı, metan ve çeşitli kirleticiler gibi diğer gazları da içerir. Troposferdeki su buharı içeriği, bulut oluşumunda ve yağışta çok önemli bir rol oynar.

4. Dikey Kapsam: Troposfer, Dünya yüzeyinden ortalama 8 ila 15 kilometre (5 ila 9 mil) yüksekliğe kadar uzanır, ancak yüksekliği coğrafi konum ve mevsime göre değişebilir. Bu katman, Dünya'nın yüzeyine en yakın olanıdır ve yaşadığımız ve günlük hava koşullarını deneyimlediğimiz yerdir.

5. Basınç Gradyanı: Troposfer içindeki hava basıncı, rakım (yükseklik) arttıkça azalır. Deniz seviyesindeki basınç en yüksek seviyededir ve atmosfere yukarıya çıkıldıkça katlanarak azalır. Hava basıncı değişimleri atmosferik kararlılığı, rüzgar modellerini ve hava sistemlerinin hareketini etkiler.

Troposfer, Dünya üzerindeki yaşamı destekleyen hayati bir katmandır ve gözlemlediğimiz birçok atmosferik olaydan sorumludur. Dinamik doğası ve diğer atmosferik katmanlarla etkileşimleri, Dünya'nın iklimini ve hava durumunu şekillendirmede önemli bir rol oynar.



STRATOSFER

Troposferin üzerinde bulunan stratosfer, birkaç farklı özelliğe sahiptir:

1. Ozon Tabakası: Stratosfer, ozon tabakası olarak bilinen alt kısmında bir konsantrasyonda ozon molekülleri içerir. Bu katman, Güneş'in zararlı ultraviyole (UV) radyasyonunun çoğunun emilmesinde ve filtrelenmesinde kritik bir rol oynar ve Dünya'daki yaşamı aşırı UV ışınlarından korur.

2. Sıcaklık Profili: Troposferden farklı olarak, stratosferdeki sıcaklık genellikle rakım arttıkça artar. Sıcaklıktaki bu artış, öncelikle güneş enerjisinin ozon tabakası tarafından emilmesinden kaynaklanmaktadır. Üst stratosfer, -15 ila -2 santigrat derece (5 ila 28 derece Fahrenheit) sıcaklıklara ulaşabilir.

3. Kararlılık ve Hava Eksikliği: Stratosfer nispeten kararlıdır ve troposferde yaygın olarak gözlemlenen hava olaylarından yoksundur. Dikey hava karışımının olmaması ve daha düşük su buharı içeriği stabilitesine katkıda bulunur. Bu stabilite, onu ticari jetler gibi uzun süreli uçuşlar için ideal bir ortam haline getirir.

4. Jet Akışları: Stratosfer, jet akımları adı verilen güçlü, yüksek irtifa rüzgarlarına ev sahipliği yapar. Bu dar, hızlı akan hava akımları saatte 400 kilometreye (saatte 250 mil) varan hızlara ulaşabilir. Jet akışları, hava modellerini şekillendirmede rol oynar ve havacılık ve okyanus ötesi uçuşlar üzerinde bir etkiye sahip olabilir.

5. Hava Bileşimi: Stratosfer, troposferdekine benzer bir gaz bileşimi içerir, başlıca nitrojen ve oksijenden oluşur. Bununla birlikte, daha düşük su buharı içeriğine ve karbondioksit ve kirleticiler gibi diğer atmosferik bileşenlerin nispeten daha düşük konsantrasyonlarına sahiptir.

6. Hava Trafiği: Stratosfer, ticari hava trafiği için kilit bir bölgedir. Ticari uçaklar, istikrarından ve azaltılmış türbülansından yararlanmak için genellikle alt stratosferde çalışır. Bu katman, daha verimli ve daha sorunsuz uzun mesafeli uçuşlara izin verir.

Ozon tabakasının varlığı ve sıcaklık profili dahil olmak üzere stratosferin benzersiz özellikleri, Dünya'nın atmosferik dinamikleri, iklimi ve havacılığında önemli roller oynar. Stratosferi anlamak, Dünya atmosferinin genel işleyişini anlamamıza yardımcı olur.

OZONOSFER (O3)

Ozon tabakası aşağıdaki özelliklere sahiptir:

1. Ozon Konsantrasyonu: Ozon tabakası, nispeten yüksek konsantrasyonda ozon (O3) molekülleri ile karakterize edilir. Ozon, oksijen (O2) moleküllerinin Güneş'ten gelen ultraviyole (UV) radyasyonunun soğurulmasıyla ayrışmasıyla oluşur. Ortaya çıkan ozon molekülleri, zararlı UV ışınlarına karşı önemli bir kalkan sağlar.

2. UV Emilimi: Ozon tabakasının birincil işlevi, Güneş'in UV radyasyonunun önemli bir bölümünü, özellikle yüksek enerjili UV-C'yi ve UV-B radyasyonunun çoğunu emmek ve filtrelemektir. Bu absorpsiyon, büyük miktarda zararlı UV radyasyonunun Dünya yüzeyine ulaşmasını önleyerek canlı organizmaları potansiyel DNA hasarından ve aşırı UV maruziyetiyle ilişkili sağlık risklerinden korur.


Morötesi ışınlar







3. Ozon Oluşumu ve Yıkımı: Ozon tabakası sürekli bir oluşum ve yıkım sürecinden geçer. Ozon, UV radyasyonunun oksijen molekülleri ile etkileşimi ile sürekli olarak üretilir. Öte yandan ozon, kloroflorokarbonlar (CFC'ler) gibi belirli endüstriyel kirleticiler dahil olmak üzere çeşitli maddeleri içeren kimyasal reaksiyonlarla doğal olarak tüketilir. Ozon oluşumu ve yıkımı arasındaki denge, ozon tabakasının genel kalınlığını ve kararlılığını belirler.

4. Stratosferik Konum: Ozon tabakası esas olarak stratosferin alt kısmında, Dünya yüzeyinin yaklaşık 10 ila 50 kilometre (6 ila 31 mil) yukarısında bulunur. Bu bölge, ozon oluşumunu ve korunmasını destekleyen belirli sıcaklık ve basınç koşullarından yararlanır.

5. Küresel Dağılım: Ozon tabakası Dünya çevresinde eşit olarak dağılmamıştır. Farklı enlemler ve mevsimler arasında kalınlık ve konsantrasyon bakımından değişir. En yüksek ozon seviyeleri tipik olarak ekvatorun yakınında bulunurken, kutup bölgeleri mevsimsel ozon incelmesi yaşayabilir ve bu da ozon deliklerinin oluşumuna yol açar.

Ozon tabakasının benzersiz özellikleri, yüzeye ulaşan zararlı UV radyasyon miktarını azaltarak Dünya'daki yaşamı korumak için çok önemli hale getirir. Çalışması ve izlenmesi, atmosferik kimyayı, iklim değişikliğini ve insan faaliyetlerinin çevre üzerindeki etkilerini anlamak için gereklidir.

ŞEMOSFER (KEMOSFER-MEZOSFER)

Mezosfer, stratosferin üzerinde ve termosferin altında bulunan Dünya atmosferinin üçüncü katmanıdır. Birkaç farklı özelliği vardır:

1. Yükseklik ve Sıcaklık: Mezosfer, Dünya yüzeyinden yaklaşık 50 ila 85 kilometre (31 ila 53 mil) yükseklikte uzanır. Mezosferde yükseldikçe, artan rakımla birlikte sıcaklık düşer. Atmosferin en soğuk tabakasıdır ve sıcaklıklar -90 santigrat dereceye (-130 Fahrenheit derece) veya daha da düşük olabilir.

2. Atmosfer Basıncı: Mezosferdeki basınç, diğer atmosferik katmanlarda olduğu gibi, yükselti arttıkça azalır. Bununla birlikte, mezosferdeki basınç, altındaki ve üstündeki katmanlara kıyasla nispeten düşüktür.

3. Meteorolojik Olaylar: Mezosfer, meteorların Dünya atmosferine girdikten sonra yanarak yandıkları katmandır. Genellikle "kayan yıldızlar" olarak adlandırılan bu meteorlar, gaz molekülleri ile çarpıştıklarında ve ışık çizgileri oluşturduklarında görünür hale gelirler. Mezosfer ve termosferin geçiş alanı ) ayrıca gece parlayan bulutların (Aurora Borialis - Aurora Avustralis) oluştuğu yerdir. Bu yüksek irtifa bulutları buz kristallerinden oluşur ve yaz aylarında yüksek enlemlerde görünür hale gelir.

4. Güneş Radyasyonundan Korunma: Mezosfer, Dünya yüzeyinin zararlı güneş radyasyonundan korunmasında rol oynar. Atmosferin alt katmanlarını ve Dünya yüzeyini aşırı UV maruziyetinden koruyarak gelen ultraviyole (UV) radyasyonunu önemli miktarda emer.

5. Ozon Tabakasının Olmaması: Ozon tabakasını içeren stratosferden farklı olarak, mezosfer önemli bir ozon konsantrasyonuna sahip değildir. Sonuç olarak, mezosfer, stratosferdeki ozon tabakası gibi UV radyasyonunu emmede önemli bir rol oynamaz.

Mezosfer, aşırı soğuk sıcaklıkları ve çeşitli atmosferik olaylarla karakterize edilen, Dünya atmosferinin önemli bir katmanıdır. Meteoroloji, atmosferik kimya ve Dünya ile uzay arasındaki etkileşimleri incelemek için bilimsel bir ilgi alanıdır.


İYONOSFER (TERMOSFER)


İyonosfer, Dünya'nın üst atmosferinde bulunan ve yüksek konsantrasyonda iyonların ve serbest elektronların varlığıyla oluşmuş bir bölgedir. Birkaç farklı özelliği vardır:

1. İyonlaşma: İyonosfer, adını bu bölgede bulunan iyonize parçacıklardan alır. Özellikle ultraviyole (UV) ve X-ışını aralığındaki yüksek enerjili güneş radyasyonu, üst atmosferdeki nötr atom ve moleküllerin elektron kaybederek iyon haline gelmesine neden olur. Bu iyonizasyon işlemi, iyonosferde yüklü parçacıklardan oluşan bir katman oluşturur.

2. Elektriksel Olarak İletken: İyonların ve serbest elektronların varlığı nedeniyle, iyonosfer elektriksel olarak iletkendir. Radyo dalgalarını Dünya'ya geri yansıtarak ve kırarak uzun mesafelerde iletilmesine ve yayılmasına izin verir. Bu özellik, uzun mesafeli radyo iletişimi ve GPS gibi küresel navigasyon sistemlerinin çalışması için çok önemlidir.

3. Yükseklik Değişimi: İyonosfer, Dünya yüzeyinin yaklaşık 60 kilometre (37 mil) ila 1.000 kilometre (620 mil) yukarısına uzanan geniş bir yükseklik aralığını kapsar. Her biri kendi iyonizasyon özelliklerine sahip olan D bölgesi, E bölgesi ve F bölgesi gibi yüksekliğe bağlı olarak birkaç alt bölgeye ayrılmıştır.

4. Değişkenlik: İyonosfer oldukça dinamiktir ve günlük, mevsimsel ve güneş aktivitesiyle ilgili değişikliklere tabidir. Güneş radyasyonu, jeomanyetik fırtınalar ve diğer atmosferik koşullar, iyonize parçacıkların iyonosferdeki yoğunluğunu ve dağılımını etkileyebilir. Bu varyasyonların radyo iletişimi, uydu işlemleri ve iyonosferik özelliklere dayanan diğer teknolojik sistemler için etkileri vardır.

5. Radyo Dalgalarının Emilmesi ve Saçılması: İyonosfer, içinden geçen radyo dalgalarının yayılmasını etkiler. Farklı frekanslardaki radyo dalgaları iyonize parçacıklarla etkileşerek absorpsiyon, yansıma, kırılma ve saçılma gibi etkilere yol açar. Bu, radyo iletişimi ve sinyal iletiminin kalitesini ve güvenilirliğini etkileyebilir.

6. Kutup Işıkları ve Hava Parlaması: İyonosfer ayrıca kutup ışıkları ve hava parlaması gibi atmosferik olaylarla da ilişkilidir. Auroralar, manyetosferden gelen enerjik parçacıklar iyonosferle etkileşime girdiğinde ortaya çıkar ve kutup bölgelerinde renkli ışık gösterileriyle sonuçlanır. Airglow, iyonize parçacıkları içeren çeşitli kimyasal reaksiyonların neden olduğu üst atmosferden hafif ışık emisyonunu ifade eder.

İyonosfer, radyo iletişiminde, uydu operasyonlarında ve Dünya'nın üst atmosferinin incelenmesinde hayati bir rol oynayan karmaşık ve dinamik bir bölgedir. Özelliklerini ve davranışını anlamak, çeşitli bilimsel, teknolojik ve iletişim amaçları için çok önemlidir.

EGZOSFER (MEZOSFER- JEOKRONYUM)

Exosphere, termosferin tepesinden uzayın kenarına kadar uzanan, Dünya atmosferinin en dış katmanıdır. Birkaç benzersiz özelliği vardır:

1. Son Derece Düşük Yoğunluk: Ekzosfer son derece düşük yoğunlukta gaz parçacıklarına sahiptir. Başta hidrojen (H) ve helyum (He) olmak üzere çok az sayıda molekül ve atomun yanı sıra eser miktarda başka gazlar içerir. Yoğunluk, artan irtifa ile katlanarak azalır ve ekzosfer yavaş yavaş uzay boşluğuna geçer.

2. Tanımlanmış Sınırın Olmaması: Ekzosferin belirgin bir üst sınırı yoktur. Bunun yerine, gaz parçacıklarının yoğunluğu ihmal edilebilir hale geldikçe, yavaş yavaş uzay boşluğunda kaybolur. Exosphere, evrenin geri kalanından ayırt edilemez hale geldiği gezegenler arası uzayla birleşir.

3. Parçacık Hareketi: Ekzosferdeki gaz parçacıkları, çok çeşitli hız ve yönlerle rastgele hareket eder. Son derece düşük yoğunluk nedeniyle, parçacıklar arasındaki çarpışmalar nadirdir ve genellikle başka bir parçacıkla karşılaşmadan önce uzun mesafeler kat ederler.

4. Hava Basıncı Eksikliği: Ekzosfer son derece düşük bir atmosfer basıncına sahiptir. Bu bölgedeki basınç neredeyse sıfırdır veya çevredeki alanın basıncına yakındır. Sonuç olarak, ekzosfer genellikle bir boşluk olarak kabul edilir.

5. Güneş Radyasyonu ile Etkileşim: Ekzosfer, güneş ışığı ve Güneş'ten gelen diğer elektromanyetik radyasyon biçimleri dahil olmak üzere doğrudan güneş radyasyonuna maruz kalır. Ekzosferdeki parçacıklar bu radyasyonu emebilir veya saçabilir, bu da iyonlaşma ve auroraların yaratılması gibi olaylara yol açar.

6. Uyduların Varlığı: Ekzosfer, Dünya yörüngesinde dönen yapay uyduların çalışması için kritik bir bölgedir. İletişim, hava durumu izleme ve bilimsel araştırma için kullanılanlar gibi alçak Dünya yörüngesindeki uydular, ekzosferin içinde veya hemen üzerinde bulunur. Atmosferik sürtünmeyi en aza indirmek ve kararlı yörüngeleri korumak için bu bölgede çalışırlar.

Uzaya geçişi ve son derece düşük yoğunluğuyla ekzosfer, Dünya atmosferinin en dış katmanını temsil eder. Özellikleri, alt atmosferik katmanlardan farklıdır ve uzay araştırmaları, uydu teknolojisi ve gök cisimlerinin incelenmesi için önemli etkileri vardır.

10 Haziran 2023 Cumartesi

KAYAÇLAR

KAYAÇLAR

Çeşitli minerallerin ve (veya) organik materyallerin bir araya gelerek katılaşması veya kristalleşmesi sonucu oluşan sert ve yoğun yapıya sahip oluşumlardır. Kayaçlar yer kabuğu ve manto tabakasında bulunur. Farklı koşullara altında oluşmakla birlikte yeryüzündeki tüm kayaçların asıl kaynağı mantodur. 
Kayaçlar yapısal özellikleri ve oluşum şekillerine göre çeşitli sınıflara ayrılırlar.

Kayaç döngüsü
Kayaç Döngüsü
İngilizce rock cycle denilen kayaç döngüsü kayaçların birbirine dönüşme süreçlerini ifade eder.



PÜSKÜRÜK KAYAÇLAR


   Bunlar yerkabuğu altındaki kayaçların yeryüzünde veya yeryüzüne yakın bir derinlikte soğumaları sonucu meydana gelirler. Volkanik kayaçlar yeryüzündeki tüm kayaçların aslında ana maddeleridir. Diğer kayaçlar bu kayaçların taşınıp birikmesi ile veya başkalaşmaları ile oluşurlar. Yani kayaç oluşum döngüsü içerisinde birinci sırada yer alırlar. Soğudukları derinliğe göre iç ve dış püskürük olmak üzere iki gruba ayrılırlar.



 İÇ PÜSKÜRÜK KAYAÇLAR

Bu kayaçlar magmanın yeryüzüne yakın bir derinlikte yer alan çatlaklara, kırık (fay) hatlarına, taşküre içindeki boşluklara girip soğuması sonucu oluşurlar.  Bu tip kayaçlara en güzel örnek granit’tir.  Siyenit, Diyorit, Gabro diğer iç püskürük kayaçlardır. 
İç püskürük kayaçlar yerin derinliklerinde soğudukları için yavaş yavaş soğurlar bu da bu kayaçların daha iri kristalli olmalarına neden olur.

İç püskürük kayaçların özellikleri şunlardır:

  • Mineraller: İç püskürük kayaçlar, genellikle feldispat, piroksen, amfibol ve kuvars gibi mineraller içerirler. Bu mineraller, kayaçların rengini ve dokusunu belirlerler.
  • Kristal boyutu: İç püskürük kayaçların kristalleri, magmanın soğuma hızına bağlı olarak değişebilir. Hızlı soğuyan magma, daha küçük kristaller oluştururken, yavaş soğuyan magma daha büyük kristaller oluşturur 
  • Yoğunluk: İç püskürük kayaçlar, yüksek yoğunluklu oldukları için genellikle ağırdırlar.
  • Kristal yapısı: İç püskürük kayaçlar, kristal yapısı nedeniyle genellikle çıplak gözle tanınabilirler. Örneğin, granit tipik olarak büyük feldispat kristalleri içerir ve bu nedenle görsel olarak tanınması kolaydır.

Granit
Granit
Doğada pek çok çeşidi bulunan granit özellikle inşaat sektöründe yoğun olarak kullanılır. İçinde Feldspat- Mika ve Kuars mineralleri bulunan granit içinde yer alan bu minerallerin yoğunluklarına bağlı olarak farklı isimler alır. Yollarda dolgu malzemesi olarak tercih edilse de yıllık yağış miktarının yüksek olduğunu alanlarda içeriğinde bulunan feldspat suyla reaksiyona girerek kil mineraline dönüşür. Bu durum granitin kolay ayrışmasına (altere olmasına)ve arena dediğimiz kuma dönüşmesine neden olur. Nemli iklim bölgelerinde dolgu malzemesi olarak tercih edilmesi yol göçmeleri gibi çeşitli sorunlara neden olabilmektedir. 





İç Püskürük Kayaçlar




 DIŞ PÜSKÜRÜK KAYAÇLAR

Bu kayaçlar magmanın yer yüzüne çıkıp hava ya da suyla temas dip soğumasıyla meydana gelirler. Hızlı soğudukları için kayacı oluşturan mineraller çoğu zaman belirgin bir kristal oluşturamazlar. Bazalt, andezit, trakit, sünger taşı, obsidien bu grupta yer alan kayaçlardır. 


Dış püskürük kayaçların özellikleri şunlardır:

  • Renkleri: Renkleri genellikle açık renkli veya siyah olabilir. Bu renk farkı, içerdiği minerallerin cinsinden kaynaklanır.
  • Taneli yapıları: Bu kayaçlar, genellikle büyük taneli yapıya sahiptirler. Bunun nedeni, volkanik lavın yüzeye ulaştığında hızla soğuması ve kristalleşmesidir.
  • Gözenekli yapıları: Püskürük kayaçlar, içlerindeki gazların sıkışması nedeniyle gözenekli bir yapıya sahip olabilirler. Bu gözenekler genellikle büyük boyutlardadır.
  • Ağırlıkları: Püskürük kayaçlar, diğer kayaçlara göre daha hafiftirler. Bu, içerisindeki gözeneklerin ve düşük yoğunluğa sahip minerallerin neden olduğu bir özelliktir.
  • Asidik bileşimleri: Püskürük kayaçlar, genellikle asidik bileşimlere sahiptirler. Bu bileşimler, volkanik patlamalar sırasında oluşan lavların içindeki silisyum dioksit (SiO2) miktarından kaynaklanır.
  • Kristal yapıları: Püskürük kayaçlar, kristal yapıya sahip olabilirler. Bu kristal yapı, içerdiği minerallerin kristalleşme şeklinden kaynaklanır.
  • Dayanıklılıkları: Püskürük kayaçlar, diğer kayaçlara göre daha dayanıklıdırlar. Bu dayanıklılık, yüksek sıcaklık ve basınç altında kristalleşme sürecinde oluşan sertleşme ve kırılma direncinden kaynaklanır.






Bazalta benzer ancak daha fazla mafik ve minimal kuvars ve alkali feldspat içerir.








Sünger taşı, lavın soğuması sırasında içerisinde bulunan gazların uçması nedeniyle gözenekli bir yapıya sahiptir. Banyo yaparken kullandığımız topuk taşı (ponza) bu şekilde oluşmuş doğal bir taştır. 



TORTUL KAYAÇLAR

Tortul (Sedimanter) kayaçlar, herhangi bir kaya grubunun dış kuvvetlerce aşınıp, taşınıp, bir alanda birikmesiyle meydana gelirler. Bu birikimlere çökel ya da çökelti adı verilir. Daha sonraki süreçte bu çökeller bir tutucu madde ile (çimento maddesi) birbirlerine tutunur ve tortul kayaç dediğimiz kayaç grubu meydana gelir. 

Tortul kayaçlar içerisinde çoğunlukla fosil bulundurması nedeniyle gezegenimizin geçmişi hakkında bilgi edinmemizi kolaylaştırır. 

Tortul kayaçların gruplandırılması genellikle üç temele dayanır:

  • Mekanizmaya göre: Bu gruba göre tortul kayaçlar, taşınma yöntemlerine göre sınıflandırılır. Bu sınıflandırmaya göre, tortul kayaçlar su, rüzgar, buz, yer çekimi veya diğer mekanizmalar tarafından taşınmış olabilir.
  • Birikme yerine göre: Bu gruba göre tortul kayaçlar, birikme yerine göre sınıflandırılır. Örneğin, deniz, göl, nehir, çöl, buzul gibi farklı ortamlarda birikmiş kayaçlar bu gruba dahil edilebilir.
  • Mineralojik bileşime göre: Bu gruba göre tortul kayaçlar, mineralojik bileşimlerine göre sınıflandırılır. Bu sınıflandırmaya göre, kumtaşı, kiltaşı, çakıltaşı, kireçtaşı, , konglomera gibi farklı türlerde kayaçlar yer alabilir.

Tortul kayaçların gruplandırılması, kayaçların oluşum süreçlerini ve jeolojik geçmişte çevresel koşullarını anlamamız için önemlidir.



Mineralojik ve yapısal özelliklerine göre 

  • Kimyasal tortullar
  • Mekanik tortullar
  • Organik tortullar
şeklinde üç gruba ayrılır.


KİMYASAL TORTUL KAYAÇLAR


Akarsular tarafından karalar üzerinden aşındırılan materyaller (akarsuyun aşağı çığırında) akarsuyun denize veya göle döküldüğü  ya da akış hızının azaldığı alandandan itibaren biriktirilmeye başlanır. Akarsu akış hızının yavaşladığı yerden uzaklaştıkça gittikçe daha küçük boyuttaki materyaller yavaş yavaş birikir. En son eriyik haldeki kalsiyum, tuz..vb materyaller derin su ortamlarına taşınır ve buralarda birikmeye başlar. Su ile reaksiyona girip eriyip taşınıp biriken bu materyaller; kimyasal tortul kayaç grubunu meydana getirir. 

Bu grup içerisinde Kalker, Jips, Halit (Kaya tuzu), Talk yer alır.

Kimyasal tortul kayaçlar içerisinde en yaygın bulunanı kalkerdir (Kireçtaşı). Kalsiyum karbonat minerallerinden oluşur ve genellikle deniz veya göl ortamlarında yaşayan organizmaların kabuklarının veya iskeletlerini de içerir. Kalker, bir dizi belirgin özelliğiyle tanımlanır.
  • Mineral Kompozisyon: Kalkerin temel bileşeni kalsiyum karbonat (CaCO3) mineralleridir. En yaygın kalsiyum karbonat minerali kireçtaşıdır. Kalsiyum karbonat, kalkerin kimyasal yapısının ana taşıyıcısıdır ve genellikle kalkerin ana mineral bileşeni olarak bulunur.

  • Renk ve Doku: Kalkerin renk skalası genellikle beyazdan sarıya veya griye kadar değişir. Bu renk farklılıkları, içerdiği diğer mineraller ve kirliliklerden kaynaklanabilir. Kalker, genellikle ince taneli veya orta taneli bir yapıya sahiptir ve genellikle düzgün bir kırılma özelliğine sahiptir.

  • Çözünürlük: Kalker, çözünme özelliğiyle dikkat çeker. Kalsiyum karbonat mineralleri, asidik çözeltilerle temas ettiğinde kolayca çözünür. Bu nedenle, asidik yağmurların etkisiyle kalker yüzeylerinde çözünme boşlukları, oyuklar ve mağaralar oluşabilir.

  • Su Geçirgenliği: Kalker, su geçirgenliği yüksek bir kayaçtır. Çatlaklar, oyuklar veya çözünme boşlukları aracılığıyla suyun geçmesine izin verir. Bu özelliği nedeniyle yer altı su kaynaklarının depolanması ve akması için önemli bir akifer (su tutucu kaya tabakası) olarak işlev görebilir.

  • Jeolojik Oluşumlar: Kalker, çeşitli jeolojik oluşumları meydana getirebilir. Mağaralar, kalker tabakalarının erozyon ve çözünme süreçleriyle oluşan boşluklar olarak ortaya çıkar. Kalker kayalıkları ve sütunları, kalker tabakalarının erozyon ve aşınma sonucunda oluşan dik ve sivri yapıları temsil eder.

  • Kullanım Alanları: Kalker, inşaat malzemeleri, yapı taşları, mermer ve çimento üretimi gibi birçok farklı alanda kullanılır. Kalkerin dayanıklılığı, işlenebilirliği ve estetik özellikleri, yapı sektöründe yaygın olarak tercih edilmesini sağlar.

  • Kararlılık ve Dayanıklılık: Kalker genellikle orta derecede sert bir kayaçtır. Yüksek basınç ve sıcaklığa maruz kaldığında metamorfik bir dönüşüm geçirerek mermere dönüşebilir. Ancak, kalker, diğer bazaltik veya granitik kayaçlara kıyasla daha az dayanıklıdır ve erozyona karşı daha hassastır.

  • Fosil İçeriği: Kalker, fosil kaynakları açısından zengin olabilir. Deniz veya göl ortamlarında yaşayan organizmaların kalıntıları kalker tabakalarında korunabilir. Bu fosiller, jeologlar için önemli paleontolojik veriler sağlar ve geçmişteki canlı yaşam hakkında bilgi verir.

  • Tortul Oluşumlar: Kalker, genellikle tortul çökellerin birikimi ve diagenetik süreçler sonucunda oluşur. Organik kalıntıların birikmesiyle başlayan bu süreç, zamanla tabakalaşma, sıkışma ve katılaşma ile devam eder. Tortul kayaçların genel özelliklerini taşır ve çökelme ortamlarının anlaşılmasına yardımcı olur.

  • Jeolojik Önemi: Kalker, jeolojik süreçler ve geçmiş ortamlar hakkında önemli bilgiler sağlar. Kalker tabakaları, geçmiş deniz seviyeleri, iklim değişiklikleri ve çevresel koşullar hakkında ipuçları sunabilir. Ayrıca, kalkerin bulunduğu alanlarda yer altı su kaynaklarının hareketi ve dağılımı üzerinde etkisi vardır

  • Coğrafi önemi: Arazi özelliklerini jeomorfolojik açıdından etkilediği, yeraltı su varlığı, üzerinde gelişen toprak ve bitki örtüsünü belirlediği, kalkerli arazide oluşan yeraltı boşluklarının yerleşim yerlerini etkileyebildiği, çimento olarak ya da direk yapı malzemesi olarak kullanılması ...vb insan yaşamını etkilediği için coğrafya bilimi için de önemlidir.


FİZİKSEL TORTUL KAYAÇLAR


    Fiziksel tortul kayaçlar, tortul çökeltinin birleşmesi, sıkışması ve çimentolanması gibi fiziksel süreçler sonucunda oluşan kayaçlardır. Tortul çökelti, su, rüzgar veya buz gibi dış kuvvetlerce tarafından taşınıp çeşitli ortamlarda biriktirilir. Zamanla, bu birikintiler çeşitli fiziksel süreçlerle kayaç haline dönüşür.

Fiziksel tortul kayaçlar, çeşitli boyutlardaki tanelerin bir araya gelmesiyle oluşur. Bu taneler, tortul çökeltinin kaynağına ve taşıma sürecine bağlı olarak değişebilir. Örneğin, kum, kil, çakıl veya kireçtaşı taneleri içerebilirler.

Tortul çökeltinin birikimi sırasında, taneler arasındaki boşluklar azalır ve çökelin yoğunlaşması gerçekleşir. Bu yoğunlaşma, tortul kayaçların sertlik, dayanıklılık ve dayanım özelliklerini etkiler.

Fiziksel tortul kayaçlar, tortul çökeltinin kimyasal bileşimi üzerinde belirgin bir etkiye sahip olmayabilir. Özellikle, tortul çökeltinin mineralojik bileşimi değişmezken, tanelerin boyutu, şekli ve düzenliliği gibi fiziksel özellikler kayaçların tanımlanmasında önemli rol oynar.


  • Çakıl taşı, genellikle 2 mm ile 64 mm arasında değişen tane boyutlarına sahip yuvarlak veya köşeli taşlardır. Bu taşlar, genellikle nehirler, akarsular, deniz dalgaları veya buzullar gibi su veya buz hareketi tarafından taşınarak biriktirilir. Çakıl taşları, tortul çökelme ortamlarında çakıl çökelmesi olarak adlandırılan süreçle oluşur. Çakıl taşlarının oluşum süreci, kaynak alanından taşınma, biriktirme ve çimentolanma aşamalarını içerir. Taşınma aşamasında, su akışı veya dalga etkisiyle çakıl taşları taşınır ve çeşitli boyutlarda ve şekillerde yuvarlaklaşabilirler. Biriktirme aşamasında, su akışı yavaşladığında veya taşıma unsurunun enerjisi azaldığında çakıl taşları birikerek tortul çökelti oluşturur. Son olarak, çakıl taşları arasındaki boşluklar, tortul çökeltiler sıkıştıkça ve çimentolanınca dolabilir. Çakıl taşlarının bileşimi çeşitlilik gösterebilir. Genellikle kuvars, kireçtaşı, granit, bazalt ve şist gibi çeşitli mineral türlerinden oluşabilirler. Çakıl taşlarının çeşitli renklerde olması da mümkündür, bu renkler kaynak alanın mineralojik bileşimine ve çevresel koşullara bağlı olarak değişebilir.



  • Konglomera, büyük boyutta çakıl veya çakıl taşı parçalarının bir araya gelerek oluşturduğu bir kayaçtır. Bu parçalar genellikle yuvarlak veya köşeli şekillere sahip olabilir ve çeşitli büyüklüklerde olabilir.  Konglomeralar, tortul çökellerin taşınma ajanları tarafından biriktirildiği ortamlarda oluşur. Örneğin, nehirler, akarsular veya deniz sahilleri gibi enerjik taşıma ortamları konglomeraların oluşumunda rol oynayabilir. Bu ortamlarda, su akışı veya dalga etkisiyle çakıl veya çakıl taşları biriktirilir ve zamanla sıkışıp çimentolanarak konglomera oluşur. Konglomeraların özellikleri, içerdikleri çakıl veya çakıl taşlarının boyutu, şekli ve bileşimi tarafından belirlenir. Bu kayaçlar genellikle yüksek dayanıklılığa ve sertliğe sahiptirler. Parçacıklar arasındaki boşluklar, çimentolanma süreciyle dolabilir ve konglomeranın dayanıklılığını artırabilir.

  • Kum taşı (Gre), genellikle 0.0625 mm ile 2 mm arasında değişen boyutlardaki kum tanelerinden oluşur. Kum taneleri, çeşitli minerallerden (çoğunlukla kuvars) veya organik materyalden kaynaklanabilir. Kuvars, kum taşının ana bileşenidir ve kum tanelerinin sertliği ve dayanıklılığına katkıda bulunur. Kum taşı oluşumu genellikle plajlar, nehir kıyıları, akarsular veya çöl çevreleri gibi enerjik taşıma ortamlarında gerçekleşir. Bu ortamlarda, su veya rüzgar tarafından taşınan kum taneleri biriktirilir ve zamanla sıkışıp çimentolanarak kum taşı oluşur. Kum taşlarının oluşum sürecinde, kum taneleri arasındaki boşluklar genellikle çimentolanma süreciyle dolabilir ve kum taşının dayanıklılığını artırır.

  • Kil taşı, tortul çökelme ortamlarında çamur veya kil çökelmesi sonucu oluşur. Kil taşının temel bileşeni kil mineralleridir. Kil mineralleri, genellikle hidratlı alüminosilikat mineralleridir ve genellikle yassı yapılara sahiptirler. Bu mineraller, esas olarak feldispat, kuvars ve diğer minerallerin çözünerek taşındığı ve çöktüğü tortul çökelme ortamlarında oluşurlar. Kil taşının oluşumu, su içeren çamur veya kil partiküllerinin biriktirildiği ortamlarda gerçekleşir. Bu ortamlar genellikle göller, lagünler, deniz kıyıları veya sakin nehir ağızları gibi sulak veya sığ su alanlarıdır. Çamur veya kil partiküllerinin birikmesiyle tortul çökelti oluşur ve zamanla sıkışıp çimentolanarak kil taşı haline gelir. Kil taşları, genellikle ince taneli yapılara sahiptir ve kolayca parçalanabilen yumuşak bir dokuya sahiptirler. Su emme özellikleri yüksektir ve nemli ortamlarda kolayca şişebilirler. Ayrıca, kil taşları plastisite özellikleriyle de tanınır. Plastisite, kilin suyla karıştırıldığında kolayca şekil değiştirebilme yeteneğidir.

  • Breş, kırıklar boyunca hareket eden blokların birikimi sonucu meydana gelir. Breşin oluşumu genellikle çatlamış veya kırılmış kaya bloklarının yer değiştirmesiyle başlar. Bu kırıklar, tektonik hareketler, depremler veya diğer doğal süreçler tarafından oluşturulabilir. Bu kırıklar boyunca yer değiştiren bloklar, tortul çökelme ortamında biriktirilir ve zamanla sıkışarak çimentolanır, böylece breş oluşur. Breşin bileşimi, içerdiği kırık parçalarına bağlı olarak değişir. Bu parçalar, genellikle kırılmış kayaçların fragmentleri veya başka tortul kayaçların parçaları olabilir. Boyutları ve şekilleri de çeşitlilik gösterebilir. Breş içindeki kırık parçaları genellikle köşeli veya keskin kenarlı olabilir.



ORGANİK TORTUL KAYAÇLAR



Organik tortul kayaçlar, organik materyalin birikmesi ve çökelmesi sonucunda oluşan kayaçlardır. Bu organik materyal, genellikle bitki ve hayvan kalıntıları veya organik maddelerin birikmesiyle oluşur. Organik tortul kayaçlar, genellikle deniz ve göller gibi su ortamlarında oluşur.



  • Turba, bataklık alanlarda oluşan çürümüş bitki materyalinin birikmesi sonucunda meydana gelir. Turba, kısmen ayrışmış bitki artıklarının su altında birikerek yavaş yavaş çökelmesiyle oluşur. Turba, genellikle yosunlar, çayır bitkileri ve odunsu bitki kalıntıları gibi organik materyallerin birikmesiyle oluşur. Bu bitki materyali, bataklık alanlarda su altında ve oksijensiz koşullarda birikir. Bu ortamda, mikroorganizmaların etkisiyle bitki artıkları yavaş yavaş ayrışır ancak tam olarak çürümez. Turba, gevşek ve poröz bir yapıya sahiptir ve genellikle kahverengi veya siyah renkte olabilir. Suyu emme özelliği yüksektir ve nemli koşullarda şişebilir. Ayrıca, turba yakıldığında yanıcı bir özelliğe sahiptir ve enerji üretimi için kullanılabilir.

  • Linyit, organik bir tortul kayaç olan kömürün bir türüdür. Genellikle düşük karbon içeriğine sahiptir ve daha genç bir kömür çeşididir. Linyit, bitki kalıntılarının yüksek sıcaklık ve basınç altında yıllar boyunca ayrışması ve dönüşmesi sonucu oluşur.

    Linyit, kahverengi renkte ve genellikle düşük yoğunluğa sahiptir. İçerdiği organik maddelerin daha az karbona sahip olması nedeniyle enerji içeriği de diğer kömür türlerine göre daha düşüktür. Bununla birlikte, linyit hala bir enerji kaynağı olarak kullanılabilir.

    Linyit genellikle termal enerji üretiminde kullanılır. Yakıldığında ısı ve enerji üretir. Ayrıca, linyit, bazı endüstriyel işlemlerde ve yerel ısıtma sistemlerinde de kullanılabilir.


  • Taş kömürü, organik tortul bir kayaç olan kömürün bir türüdür. Diğer bir adıyla metalurjik kömür veya metalurjik-grade kömür olarak da bilinir. Taş kömürü, yüksek karbon içeriği ve düşük nem içeriği ile karakterizedir.

    Taş kömürü, bitki materyalinin yüksek basınç ve sıcaklık altında yıllar boyunca dönüşmesiyle oluşur. Bitki kalıntıları, sedimentasyon süreci sırasında toprak altında hızla gömülerek çürüme ve ayrışmaya uğrar. Bu süreçte, bitki materyali içerisindeki su ve gazlar uzaklaşırken, karbon içeriği artar.

    Taş kömürü genellikle siyah renkte ve parlak bir görünüme sahiptir. Yakıldığında yoğun bir duman, ısı ve enerji üretir. Bu özellikleri nedeniyle taş kömürü, özellikle endüstriyel ve enerji sektörlerinde yaygın olarak kullanılan bir yakıt kaynağıdır.

    Taş kömürü ayrıca çelik üretimi ve metalurjik işlemlerde de kullanılır. Yüksek karbon içeriği, çelik üretimi için gereken yüksek sıcaklıkta ve kimyasal reaksiyonlarda önemli bir rol oynar.


  • Antrasit, organik bir tortul kayaç olan kömürün en yüksek kalite ve en yüksek karbon içeriğine sahip olan türüdür. Diğer adıyla siyah elmas olarak da bilinir. Antrasit, yüksek basınç ve sıcaklık altında uzun süreli metamorfizma süreci sonucu oluşur.

    Antrasit, diğer kömür türlerine göre daha düşük nem, kükürt ve uçucu madde içeriğine sahiptir. Yüksek karbon içeriği ve düşük yanıcı maddeler içermesi nedeniyle yavaş yanar ve yoğun bir ısı üretir. Ayrıca, antrasit, diğer kömür türlerine göre daha az duman, kül ve gaz emisyonu sağlayarak daha temiz bir yakıt kaynağıdır.



METAMORFİK KAYAÇLAR



Metamorfik kayaçlar, diğer kayaç türlerinin (sedimanter, tortul veya magmatik) yüksek sıcaklık, yüksek basınç ve kimyasal reaksiyonlar altında fiziksel ve kimyasal değişime uğradığı kayaçlardır. Metamorfizma, jeolojik süreçler sonucunda kayaçların dönüşümünü sağlar.

Metamorfik kayaçlar, çeşitli kaynak kayaçların (sedimanter, tortul veya magmatik) metamorfizma süreciyle dönüşüm geçirmesiyle oluşur. Yüksek sıcaklık, genellikle 200 - 850°C arasında değişir ve derin yer kabuğu bölgelerinde veya tektonik aktiviteyle ilişkili bölgelerde meydana gelir. Yüksek basınç, bu süreci destekler ve kayaçlar üzerinde etkili olur.

Metamorfik kayaçlar, farklı derecelerde metamorfizmaya tabi tutulabilir ve bunun sonucunda çeşitli tiplere ayrılırlar. Bazaltik kayaçların metamorfizması sonucunda bazaltın dönüştüğü kayaçlara amfibolit, granitik kayaçların metamorfizması sonucunda ise granitin dönüştüğü kayaçlara gnays örnek olarak verilebilir.

Metamorfik kayaçlar, genellikle farklı mineral bileşimleri, mineral büyüklükleri ve dokularıyla karakterizedir. Buna bağlı olarak, metamorfik kayaçlar arasında farklı renkler, çizgi desenleri, bantlar veya tabakalar görülebilir. Minerallerin dönüşümü ve kristal büyümesi, metamorfik kayaçların özelliklerini belirler.

Metamorfik süreçten etkilenen bazı kayaçların dönüştüğü metomorfik kayaçlar şunlardır.

1. Şist: Genellikle ince tabakalar halinde görülür. Kil mineralleri, kuvars, mika ve feldispat içerebilir. Örneğin şist, kiltaşının metamorfizma geçirmesi sonucu oluşabilir.

2. Mermer: Kalker ve dolomit gibi tortul kayaçların sıcaklık ve basınç etkisi altında metamorfoza uğramasıyla oluşur.

3. Gnays: Granit gibi kayaçların metamorfoza uğramasıyla meydana gelir.

4. Serpantinit: Peridotit gibi ultra mafik kayaçların hidrotermal etkiler sonucunda metomorfoza uğramasıyla meydana gelir.

5. Skarn: Kontak metamorfizması (magmaya temas) sonucu meydana gelir. Kalsiyum, magnezyum, demir, alüminyum bulundurur.























 




25 Mart 2023 Cumartesi

DÜNYAMIZDA DİNAMO ETKİSİ

DÜNYAMIZDA DİNAMO ETKİSİ

Dinamo eylemi, Dünya'nın manyetik alanının dış çekirdekteki sıvı demirin hareketiyle üretildiği süreçtir. Demirin hareketi, sırayla manyetik alanlar oluşturan elektrik akımları oluşturur. Bu manyetik alanlar daha sonra sıvı demirin hareketi ile etkileşime girerek dinamo olarak bilinen kendi kendini idame ettiren bir sistem oluşturur.


Dinamonun çalıştığı kesin süreç tam olarak anlaşılamamıştır, ancak termal konveksiyon ve Coriolis kuvvetinin bir kombinasyonu tarafından yönlendirildiği düşünülmektedir. Dış çekirdekteki sıvı haldeki demir alttan ısıtılıp üstten soğutulurken yüzer ve yüzeye çıkar. Dünyanın dönüşü, yükselen demirin dairesel bir hareketle hareket etmesine neden olan ve bu süreçte elektrik akımları ve manyetik alanlar oluşturan bir Coriolis kuvveti oluşturur.


Dinamonun Dünya'nın dış çekirdeğindeki hareketi, Dünya'nın uzaya uzanan ve Dünya'yı güneş rüzgarının zararlı etkilerinden koruyan manyetik alanın oluşumundan  sorumludur. Bu koruyucu manyetik alan olmadan, Dünya'nın atmosferi kademeli olarak soyulacak ve gezegenimizdeki yaşamın hayatta kalmasını çok daha zor hale getirecektir.


CORIOLIS KUVVET

CORIOLIS KUVVET

Coriolis kuvveti, Dünya gibi dönen bir referans çerçevesinde hareket eden nesnelerin görünen sapmasını açıklayan fizikte temel bir kavramdır. Ekvatora yakın olanların kutuplara yakın olanlardan daha hızlı hareket etmesiyle, dönen bir nesnenin farklı parçalarının farklı hızlarda hareket etmesinden kaynaklanır.


Coriolis kuvveti, nesneler arasındaki herhangi bir fiziksel etkileşimden doğrudan kaynaklanmadığı için genellikle "hayali" veya "görünen" bir kuvvet olarak tanımlanır. Bunun yerine, dönen referans çerçevesi ile hareket eden nesne arasındaki göreli hareket nedeniyle ortaya çıkar.


Dünyanın dönüşü bağlamında, Coriolis kuvveti, hareketli nesnelerin Kuzey Yarımküre'de sağa ve Güney Yarımküre'de sola sapmasına neden olur. Bu sapma, Coriolis kuvvetinden güçlü bir şekilde etkilenen atmosfer ve okyanusların dolaşımı gibi büyük ölçekli hareketler için en belirgindir.


Coriolis kuvveti, meteoroloji, oşinografi ve denizcilik dahil olmak üzere bilim ve mühendisliğin birçok alanında önemlidir. Kasırgaların oluşumu ve galaksilerin dönüşü gibi birçok doğa olayında da kilit bir faktördür.

Coriolis kuvveti, Dünya gibi dönen bir referans çerçevesinde hareket eden nesnelerin görünen sapmasını açıklayan fizikte temel bir kavramdır. Ekvatora yakın olanların kutuplara yakın olanlardan daha hızlı hareket etmesiyle, dönen bir nesnenin farklı parçalarının farklı hızlarda hareket etmesinden kaynaklanır.


Coriolis kuvveti, nesneler arasındaki herhangi bir fiziksel etkileşimden doğrudan kaynaklanmadığı için genellikle "hayali" veya "görünen" bir kuvvet olarak tanımlanır. Bunun yerine, dönen referans çerçevesi ile hareket eden nesne arasındaki göreli hareket nedeniyle ortaya çıkar.


Dünyanın dönüşü bağlamında, Coriolis kuvveti, hareketli nesnelerin Kuzey Yarımküre'de sağa ve Güney Yarımküre'de sola sapmasına neden olur. Bu sapma, Coriolis kuvvetinden güçlü bir şekilde etkilenen atmosfer ve okyanusların dolaşımı gibi büyük ölçekli hareketler için en belirgindir.


Coriolis kuvveti, meteoroloji, oşinografi ve denizcilik dahil olmak üzere bilim ve mühendisliğin birçok alanında önemlidir. Kasırgaların oluşumu ve galaksilerin dönüşü gibi birçok doğa olayında da kilit bir faktördür.

18 Mart 2023 Cumartesi

LEVHA TEKTONİĞİ


Yer kabuğu tek bir parçadan oluşmaz. Yer kabuğumuz birbirlerinden fay (kırık) hatlarıyla ayrılan çeşitli parçalardan oluşur ki buna da "levha" denir. 

Dünyada levha ve fay hatları haritası

Bu levhalar manto üzerinde yüzer vaziyette belirli bir dengede bulunur; buna izostatik denge denir. Üst mantonun bir bölümü olan astenosfer üzerinde yer alan farklı yoğunluk ve büyüklükteki bu levhalar 
  • zaman zaman birbirlerinden uzaklaşır, 
  • zaman zaman birbirine çarpar
  • bazı yerlerde levhalardan biri yükselirken diğeri manto içine doğru batar.
  • bazen birbirlerine sürtünür
  • bazen çarpışma sonucunda biri diğerinin altından mantoya doğru batar. 
Tüm bu hareketler levha tektoniği dediğimiz kuramın oluşumuna neden olur. Levha tektoniği bu gün deprem dediğimiz doğa olayının oluşmasına neden olmaktadır. 

Peki tüm bu harekete neden olan yani levhaları hareket ettiren enerji nereden gelir? Elbette yerin derinliklerinden. 

Bunu şöyle de ifade edebiliriz. İç Kuvvetler dediğimiz olaylar enerjisini yerin derinliklerinden alır. 

Peki nasıl gerçekleşir?

Üst mantonun bir bölümü olan astenosfer yer kabuğu ile manto arasında geçiş alanıdır ve hareket halindedir. 
Yerin derinliklerinde ısınan mağma yukarıya yani astenosfere doğru hareket eder. 
Daha sonra astenosfere yaklaştıkça ısısını kaybeder yarı eriğin halde tekrar manto içine doğru batmaya başlar. 
Döngü halinde gerçekleşen bu hareket Coriolis kuvvetten de güç alarak üzerindeki levhaları hareket ettirmeye başlar. Bu devinim sürekli devam eder. 
Tektonik deprem dediğimiz sarsıntılar ise birbirlerine sürtünen levhaların temas yüzeyleri boyunca birbirlerine takılıp uzun süre kıpırdayamayıp bir den hareket etmeleriyle meydana gelir. 

Peki Levha Tektoniği kuramının tarihsel seyri nası gerçekleşmiştir?

Levha tektoniği kuramı, dünyanın kabuğunun büyük kırık levhalardan oluştuğunu ve bu levhaların yavaş yavaş hareket ettiğini öne sürer. Bu teori, modern coğrafya, jeoloji ve diğer ilgili bilim dallarının temelini oluşturmaktadır. Levha tektoniği kuramı, zaman içinde birçok bilim insanı tarafından geliştirilmiştir.

İlk kez 1912 yılında Alman bilim insanı Alfred Wegener tarafından öne sürülen kıta kayması teorisi, günümüzdeki levha tektoniği kuramının temelini oluşturmuştur. Wegener, Afrika, Güney Amerika, Avustralya ve Antarktika kıtalarının bir zamanlar tek bir büyük kıtayı oluşturduğunu ve zamanla bu kıtaların ayrıldığını öne sürmüştür. Ancak Wegener'in teorisi, o dönemde yeterli kanıt olmadığından kabul edilmemiştir.

Daha sonra, 1960'larda, yeni jeolojik veriler ve teknolojik gelişmeler, levha tektoniği kuramının kanıtlanmasına yardımcı olmuştur. Bu dönemde, okyanus tabanında bulunan sismik dalga verileri, kabukta büyük kırılma bölgelerinin bulunduğunu ve bu bölgelerin dünya yüzeyindeki hareketlerle ilgili olduğunu göstermiştir.

1960'larda Amerikalı jeolog Harry Hess, okyanus tabanındaki volkanik dağ sıralarının oluşumunu açıklayan okyanus ortası sırtları teorisini ortaya atmıştır. Bu teori, okyanus tabanındaki sıcak magma yükseldiğinde ve soğuduğunda okyanus kabuğunun genişlemesine ve yeni kabuk oluşumuna yol açtığını öne sürmüştür. Bu, levha tektoniği kuramının anahtar unsurlarından biridir.

Daha sonra, 1965 yılında Amerikalı jeolog J. Tuzo Wilson, levha sınırlarının üç farklı türü olduğunu belirlemiştir: fay hatları, orta okyanus sırtları ve subduksiyon bölgeleri. Bu sınırlar, levha hareketlerinin açıklanmasına yardımcı olmuştur.

Jeolojik zaman içerisinde kıta kayması




Levha tektoniği kuramı bizlere neyi açıklamaktadır?

Levha tektoniği iç kuvvetlerin nasıl gerçekleştiğini ve sonuçlarını açıklaması açısından önemlidir. İç kuvvetler;
Epirojenez (Kıta Oluşumu)
Orojenez (Dağ Oluşumu)
Volkanizma (Volkanik Faaliyetler)
Depremler (Yer Sarsıntılarını)
açıklamaktadır. 



EPİROJENEZ

Epirojenez nedir?

Epirojenez kıta oluşumu  olarak tanımlansa da aslında daha kompleks bir jeolojik kavramdır. Yer kabuğunu oluşturan levhaların yatay ve düşey yönde çok uzun zamanda hareketlerini kapsar. 

Milyonlarca yıl süregelen bu hareketler kıtaların, büyük okyanus ve deniz çukurlarının oluşmasına neden olmakta bununla birlikte kıta sınır ve mesafelerinin de değişmesini tetiklemektedir.

Temel olarak Mantoda meydana gelen konveksiyonel akıntılar kıtaların yatay yönde hareket etmelerini sağlar. Bu durum da levhaları ayıran fay hatlarının olduğu alanlarda  levhaların ya birbirinden uzaklaşmalarına ya da iki farklı levhanın çarpışmasına neden olur.


Levhaların birbirinden uzaklaştıkları (ayrıldıkları) alanlara "okyanus sırtı" veya "orta-okyanus sırtı denilmektedir. 
Bu alanlar dünyamız okyanuslarının genellikle yaklaşık 2000-3000 m derinliklerinde yer alan uzun, okyanus altı sırt sistemleridir. 
Levhaların birbirinden uzaklaştıkları alanlarda  yeni okyanus kabuğu oluşur. Yeni okyanus kabuğunun oluşumu, levhaların ayrıldığı bölgelerde magmanın yükselip okyanus altında katılaşmasıyla meydana gelir. Yeni oluşan bu kabuk; levhaların uzaklaştığı sırt kısmını doldurur. Bu şekilde levhalar uzaklaştıkça okyanus içine yayılan lav katılaşıp her iki levhanın genişlemesine  neden olur. 
Okyanus ortası sırtları dünyamız üzerinde en uzun sırt (okyanus altı sıra dağ) sistemidir. Atlas Okyanusu'nun merkezinde kuzey-güney doğrultusunda dünyanın en uzun sırt sistemi vardır. Bunun dışında Pasifik ve Hint okyanuslarının bazı yerlerinde görülür.
Okyanus sırtı oluşumu 



Zaman zaman levhalar birbirleriyle çarpışırlar. İki levhanın çarpışma alanı büyük jeomorfolojik oluşumların da görülme alanlarıdır. 
Çarpışma alanında bazen levhalardan biri kendisine göre daha ağır olan levhanın altına doğru hareket eder. Buradan yer kabuğu mantoya doğru batarak tekrar eriyik hale geçer. Böyle alanlara dalma batma-zonu da denilmektedir. 
Çarpışma alanlarında büyük abisal şekiller oluşabildiği gibi okyanus tabanlarında meydana gelen kırılmalar nedeniyle depremler ve volkanik faaliyetlerde gerçekleşir. Dünyamızda buna tipik örnek Pasifik levhası ile Avrasya levhasının çarpıştığı doğu - güneydoğu Asya pasifik açıklarıdır. Burada meydana gelen çarpışma okyanus altı volkanik faaliyetlerini tetiklemiş bunun sonucunda Japon takım adaları gibi volkanik ada yaylarının oluşumuna neden olmuştur. 

Başka bir alanda Hint levhası Avrasya levhasına çarparak Himalaya dağ sırasının oluşmasına neden olmuştur. 
Benzer durum Şili Ant Dağları için de geçerlidir. 
Ülkemizdeki kıvrım dağ sistemleri da Afrika ve Arap levhalarının Avrasya levhasına çarpması sonucu meydana gelmiştir. 


Levha Çarpışmamsı



Zaman zaman birbirine komşu iki levha dan biri ağırlaşıp mantoya batarken; diğeri hafifleyip manto üzerinde yükselebilmektedir. Burada dış kuvvetler de süreç içine dahil olmaktadır. 

İskandinav yarım adası oluşum açısından 400 milyon öncesine dayandırılmakla birlikte son buzul (glasyal) çağı olan würm buzullaşması döneminde (115.000 ila 11.700 yıl önce ) büyük buz kütleleri ile kaplıydı. Aynı dönem Baltık Denizi de buzullarla kaplı idi. Zamanla sıcaklıkların artmasıyla birlikte bu buzullar erimeye başladı. Eriyen buzul suları çevreye ve Baltık levhasına yöneldi. Bunun sonucunda İskandinav Yarım adası yükselirken buradan aşınmayla gelen materyallerin biriktiği Baltık çukuru deniz haline dönüştü. Halen bu süreç devam etmektedir. ( Bu tarz dengelenmeye "glasiyoizostazi" denir)

İskandinavya
İskandinav Yarım Adası ve Baltık Denizi



Buna benzer bir olay Anadolu yarım adası için de geçerlidir. Afrika, Arabistan ve Avrasya levhaları arasında kalan Anadolu Yarım adası bu levhaların sıkıştırmaları sonucu meydana gelen kıvrılmaların yanı sıra; üzerinde yer alan akarsuların yaptığı aşındırma ve çevre denizlerde meydana gelen biriktirme faaliyetleri nedeniyle yükselmektedir. 

Türkiye
Anadolu Yarım Adası ve çevre denizleri



Transgresyon (Deniz ilerlemesi): Epirojenik hareketler sırasında levhaların manto içerisinde çökmesi veya yükselmesine bağlı olarak deniz suları kara üzerine doğru ilerlemeye başlar; buna transgresyon veya deniz ilerlemesi denir.   

Örneğin 6 Şubat 2023 tarihinde 9 saat arayla meydana gelen 7 Mw üzerindeki depremler Hatay'ın İskenderun ve Samandağ ilçelerinde kıyıda çökme nedeniyle kıyı çizgisinin kara içine doğru ilerlemesine neden olmuştur. 

Depremler dışında küresel ısınmanın da kıyı çizgileri üzerinde çok ciddi etkileri olacaktır. 

Transgresyon - Regresyon
Transgresyon ve Regresyon 



Regresyon ( Deniz gerilemesi ) : Karalar yükselir veya deniz tabanı manto içine doğru çökerse deniz suları kara üzerinden çekilir. Bu duruma regresyon veya deniz gerilemesi adı verilir. 
Örneğin ülkemizde Samanlı dağları üzerinde yaklaşık 100m yükseklikteki yamaçlarda deniz aşındırma ve biriktirmesine ait izler bulunmaktadır. Bu durum alanın yükselmesine bağlı olarak kıyı çizgisinin gerilediğini gösterir. 
Başka bir alanda İstanbul jeoloji haritasında toprak katmanları altında mercan kalkerine rastlanmaktadır. Aynı durum bizlere bu alanın jeokronolojisinde deniz seviyesi altında ve tropikal kuşakta yeraldığını gösterir. Çünkü mercan popülasyonu ancak tropikal kuşak içerisinde oluşur.


OROJENEZ

Levhaların birbirlerini sıkıştırmaları sonucu kıvrım dağ sistemleri (antiklinal - senklinal), ayrılmaları sonucu ise horst- graben sistemleri meydana gelir. 




Antiklinal ve senklinal, kıvrımlı kaya katmanlarının yapısını ve şeklini tanımlamak için kullanılan jeolojik terimlerdir.

Antiklinal, çekirdeğinde en eski kayalar ve dışında daha genç kayalar bulunan, kemer benzeri bir şekle sahip kaya katmanlarında bir kıvrımdır. Başka bir deyişle, kıvrım yukarı doğru dışbükeydir ve kıvrımın her iki yanındaki kayalar merkezden uzağa eğimlidir. Kıvrımın ortasındaki kayalar hidrokarbonlar için bir tuzak görevi görebileceğinden, antiklinaller genellikle petrol ve gaz birikimi ile ilişkilendirilir.

Öte yandan bir senklinal, en genç kayaların çekirdeğinde ve daha yaşlı kayaların dışarıda olduğu, çukur benzeri bir şekle sahip kaya katmanlarında bir kıvrımdır. Diğer bir deyişle, kıvrım yukarı doğru içbükeydir ve kıvrımın her iki yanındaki kayalar merkeze doğru eğimlidir. Senklinaller, tortuların biriktiği havzalar oluşturabildikleri için genellikle tortul kayaçların birikmesiyle ilişkilendirilir.

Antiklinaller ve senklinaller, yer kabuğunun sıkıştırma kuvvetlerine maruz kaldığı alanlarda yaygın olarak bulunur. Kabuk sıkıştıkça kayalar deforme olur ve kıvrılarak bu ayırt edici yapıları oluşturur. Antiklinal ve senklinallerin incelenmesi, bir bölgenin tektonik tarihi ve yapısal jeolojisi hakkında ipuçları sağlayabildikleri için jeolojide önemlidir.




Horst ve graben, yerkabuğundaki gerilim kuvvetlerinden kaynaklanan jeolojik yapıları tanımlamak için kullanılan terimlerdir.

Horst Graben sistemi




Horst, yükselmiş ve iki paralel fay arasında duran uzun bir kabuk bloğudur. Diğer bir deyişle, tektonik levhaların hareketi ile yukarı itilmiş, iki tarafı faylarla sınırlanmış yüksek bir kara alanıdır. Horstlar genellikle yarık bölgeleriyle ilişkilendirilir ve dik eğimli faylar ve eğimli tortul katmanlarla karakterize edilir.

Öte yandan bir graben, iki paralel fay arasında uzanan çökmüş bir kabuk bloğudur. Diğer bir deyişle iki fay hattı arasına düşmüş alçak bir arazidir. Grabenler genellikle rift vadileriyle ilişkilendirilir ve her iki tarafında faylı bloklar bulunan merkezi bir çöküntü veya oluk ile karakterize edilir.

Horstların ve grabenlerin oluşumu, genellikle yer kabuğunun ayrılmasına neden olan genişlemeli tektonik kuvvetlerle ilişkilidir. Kabuk esneyip inceldikçe, fayların gelişmesine yol açan zayıf bölgeler oluşturabilir. Bu fayların hareketi horstların yükselmesine ve grabenlerin çökmesine neden olabilir.

Horstlar ve grabenler, bir bölgenin tektonik tarihini anlamak için kullanılabilecek önemli jeolojik özelliklerdir. Petrol, gaz ve diğer mineralleri hapsedip biriktirebildikleri için kaynak keşfi için de önemli olabilirler.


Ege Bölgesi


VOLKANİZMA 

Yer kabuğu altında yer alan  magmanın manto da meydana gelen basınç değişimleri nedeniyle, yer kabuğunun zayıf oldu yerlerden yer kabuğu içine ya da dışına doğru hareket etmesi sürecine volkanıma denir. Yer kabuğunun zayıf olduğu yerler daha çok kırıklı yani fay hattlarının olduğu yerler olduğu için volkanik faaliyet fay hatları doğrultularını takip etmektedir. 


volkanizma
volkanizma





Volkanik faaliyetler yer yüzünde veya yer kabuğu içerisinde çeşitli jeomorfoloji şekillerin oluşmasına neden olmaktadır.  Bunlar

Yanar Dağlar ve Volkan Konileri

Volkanizma sonucu yer yüzeyinde oluşan en belirgin yer şekilleridir. Magma yüzeye doğru yükselirken fay (kırık) hattı boyunca kendisine bir yol açar; buna volkan bacası denir. Buradan yeryüzüne ulaşır ve volkan bacası içerisinden lav etrafa doğru yayılır. İlk çıkan lav hava ya da suya temas ederek katılaşır. Devam eden lav akışı sürekli hava ya da suyla ilk temas noktasında daha kalın katılaşarak konik biçimli olan çoğumuzun volkan konisi ya da yanar dağ  dediği oluşumları meydana getirir. Küçük volkan konileri olabildiği gibi daha büyük yüksekliği nedeniyle dağ diye bileceğimiz  koniler meydana getirirler. 

Koninin büyüklüğünü belirleyen  şey nedir?

Koninin genişliği ve yüksekliğini çıkan lavın sıcaklığı (özgül ısısı) , eriyik haldeki materyalin niteliği, homojen ya da hetorejen yapısı, lav çıkışının süresi ve lav çıkışının hangi aralıklarla gerçekleştiği belirler. 
Bunun yanında bazı alanlarda lav çıkışı, fay hattı boyunca yüzeysel olarak gerçekleşir. Yani bir baca boyunca değil bir fay hattı boyunca sızarak gerçekleşir. 

YanardağLav akıntısı





Volkanlar, genellikle 3 farklı şekilde sınıflandırılır:

  1. Strato Volkanlar: Patlayıcı volkanlar, genellikle yüksek viskoziteli (akışkanlığı az) magma ile beslenirler. Bu nedenle, volkanik gazlar birikerek büyük patlamalara neden olabilir. Bu volkanlar, lav, kül, volkanik bomba, piroklastik akıntılar ( Piroklastik akıntı, yüksek yoğunluklu, sıcak ve parçalanmış katı madde ve genişleyen gaz karışımıdır.) ve laharlar (kıvamlı, yarı sıvı çimentosu bir malzeme) gibi birçok farklı malzemeyi yayabilirler. Örnek olarak Krakatoa (Endonezya) , Stromboli (İtalya)ve Vesuvius ( İtalya) sayılabilir.


  2. Basaltik Volkanlar: Basaltik volkanlar, düşük viskoziteli (akışkan) magma ile beslenirler. Bu nedenle, lavların daha ince ve daha hızlı akması ile karakterizedirler. Basaltik volkanların patlamaları daha az şiddetlidir ve lavlar çoğunlukla yavaşça akar. Örnek olarak Kilauea (Hawaii) , Mauna Loa (Hawaii) ve Eyjafjallajökull (İzlanda) sayılabilir.


    Ülkemizdki bazaltik volkanlar bulunmaktadır. Karacadağ (Güneydoğu Anadolu), ayrıca karadeniz kıyısında bulunan Amasra'da bazaltıik lav akıntıları vardır.



  3. Kalk-alkali Volkanlar: Kalk-alkali volkanlar, bazaltik ve andezitik magmanın karışımından oluşur. Bu volkanlar, bazaltik volkanlardan daha viskoz ve andezitik volkanlardan daha az viskoz olan lavlarla karakterizedirler. Bu nedenle, lavlar genellikle daha yavaş akar. Örnek olarak Mount St. Helens (Washington- ABD) , Pinatubo (Filipinler) ve Popocatepetl ( Meksika) sayılabilir.

Bu sınıflandırmalar, volkanların özelliklerine ve davranışlarına göre yapılır. Ancak bazı volkanlar, özellikle karmaşık volkanik alanlarda, farklı tiplerin özelliklerini birleştirerek benzersiz özelliklere sahip olabilirler.









Yanardağ patlamaları, genellikle üç aşamadan oluşur:

  1. Gözenekli yapının basıncının artması: Yanardağın içindeki magma, gaz ve diğer malzemeler gözenekli bir yapıya sahiptir. Bu yapı içinde biriken basınç, zamanla artar ve sonunda patlamaya yol açar.

  2. Patlama: Basınç yeterince yükseldiğinde, magma, gaz ve diğer malzemelerin bir bölümü yanardağdan dışarı çıkar. Bu çıkış, yanardağın içindeki basıncı azaltır ve patlama gerçekleşir.

  3. Lav ve kül püskürmesi: Yanardağ patladıktan sonra, içindeki magma, gaz ve diğer malzemeler, farklı şekillerde dışarı çıkabilir. Bazıları lav olarak akarken, diğerleri kül, kaya parçaları ve volkanik gazlar olarak atmosfere yayılabilir.

Yanardağ patlamaları, patlama şiddeti ve yanardağın özelliklerine göre değişebilir. Bazı patlamalar sadece küçük bir lav püskürmesiyle sonuçlanırken, diğerleri daha büyük lav akıntıları ve ciddi hasarlara neden olabilir.

Peki yaşadığımız bölgede yanar dağlar var ise patlama sırasında neler yapılalı ya da ne gibi önlemler alınmalıdır?


Yanardağ patlamaları sırasında yapılması gerekenler şunlardır:

  1. Güvenli bir bölgeye gitmek: Yanardağ patlaması sırasında, güvenli bir bölgeye gitmek en önemli şeydir. Patlama sırasında, yanardağdan akan lav, kül, gaz ve kaya parçaları hayatı tehdit edebilir. Bu nedenle, olası bir patlamadan önce güvenli bir bölge belirlemek önemlidir.

  2. Hava kalitesini kontrol etmek: Yanardağ patlamaları, atmosfere gaz, kül ve diğer kirletici maddeleri salar. Bu nedenle, patlama sırasında hava kalitesini kontrol etmek önemlidir. Kirli hava solunum yolu enfeksiyonlarına neden olabilir.

  3. Acil durum ekipmanlarını hazırlamak: Yanardağ patlamaları sırasında, acil durum ekipmanları kullanmak hayat kurtarıcı olabilir. Bu ekipmanlar arasında, solunum maskeleri, eldivenler, koruyucu gözlükler, su ve gıda stokları yer alır.

  4. Resmi talimatları izlemek: Yanardağ patlaması sırasında, resmi talimatları izlemek önemlidir. Yetkililerin verdiği talimatları takip etmek, güvenliğinizi sağlamak için en iyi yoldur.













ATMOSFERİMİZ

ATMOSFER NEDİR Yer yüzünü çepeçevre saran gaz tabakasına atmosfer denilir. Gezegenimizin atmosferi % 78 Azot (N2) - %21 Oksijen (O2) - %0.93...

POPÜLER YAYINLAR